31 Ağustos 2012 Cuma

kasıklarımdaki halsizlik ve kanlı bir bez parçası sokağa atılan...
canım yanıyor hafifçe. duvarlara tutunarak ayaklanıyorum.
üstümdeki pisliğe aldırmadan yürümeye başlıyorum.
Saçlarım dağılmış, yüzümde yorgun ve umursamaz bir ifade var.
tiz bir rüzgar sarıyor her yanımı çıkmaz sokaktan çıkardığımda başımı.
etraf küçükken oynadığım oyuna benziyor, Londra'nın arka sokakları.
topuk sesleri yoğun fa...

zlaca.
üstümde onları susturma çabası anlamsızca.
bununla uğraşırken yolun ıslaklığını farkediyorum.
ayaklarıma kadar uzanmış bir kan gölü
siyah uzun bir palto giymiş bir adam sonra.
çok soğuk görünüyor. yerde de göze hoş gelen ve kana bulanmış bir silah duruyor.
bi anda diz çöküyorum.
biraz önce içime giren tanımadığım yabancıyı hatırlıyorum.
giderken yüzüme gülüşünü.
titreyen ellerimi silaha uzatıp ağızıma dayıyorum..
gözlerimi kapatıp sayıyorum. hayır geriye değil.
bir, iki, üç.......

tadı nasıl derseniz..
sex gibi.
soğuk yabancıyla yere uzandığım bu yeri tanımıyorum. zaten kendimi de... şimdi daha iyiyim.

19 Ağustos 2012 Pazar


Kitap arasına sakladığım kurumuş anılar
satır aralarımda gezinen küçük kırgınlıklarım
ve küflenmiş yapraklara serpitiğim ölüm notları..
Kırıştırılıp atılmış tenim bir kenara,
bir kenarında dudak izlerim.
Üfle üzerimdeki dertleri, çiz bana aşkı,
kıvrılmış sayfa uçlarımda ince bir sızı.
Daya avuçlarını göğsüme ve yaz bana hayatı..


Gecenin sesleri arasında parmaklarımla konuşuyorum.
Delice gelebilir ama dizlerimi seviyorum.
Omuzlarım ağlamaklı fazla yükten.
Damarlarım da biraz huysuz bu gece..
Gecenin sesleri içinde göz kapaklarımı dinliyorum.
Haylaz tenim acılar içinde.
Parmak uçlarım korkmuş garip birer halleri var.
Gecenin sesleri içinde kalbime küsüyorum.
Susuyor avuç içlerim, susuyor yara izlerim, susuyor genizlerim..
Susuyorum.
Son nefesimle elele susuyorum gecenin sesleri içinde..


uyandığım eski otel odasının yıkık dökük duvarlarına sıvanmış hayallerim.
Havada bi pus.
Elini eteğini çekmiş sanki yeryüzü bizden.
Buğulu pencereden dışarıya çeviriyorum başımı, karşı binanın en üst katından bir kadın aşağıya sarkıyor.
ceketimi giyip çıkıyorum ordan.
soğuk biraz hava , kadın şimdi kandan bir göl içinde yatıyor.
İlerliyorum.
Havlamaya mecalsiz köpekler var etrafta.
Sis gittikçe kör ediyor gözleri.
yan sokaktan körpe bir kızın iniltileri geliyor uslu uslu.
Hava kararıyor gittikçe.
İlerliyorum.
paramparça bir araba duruyor köşede,
içinde biri yedi biri on yaşlarında en fazla, büyük bir zevkle tüttürüyorlar ellerindeki sigaraları.
karşıdan sarhoş bir adam yaklaşıyor.
yürüyüşünden akan hayırsız laflar kulaklarımı öpüyor.
ayaklı içki kokusu yanımdan süzülürken yavaşça arkama bakıyorum.
köpeklerden biri ölüyor.
İlerliyorum.
Çaresiz çığlıklar duyuyorum uzakta.
Köşeyi dönünce farkediyorum, bir adam karısını bıçaklıyor..
İlerliyorum.
Küçük çocuklara rastlıyorum sonra ellerinde mendiller, kibritler ve benzer şeyler daha
gözlerimin içine bakıyorlar, gözlerimi kapatıyorum.
işte o an konuşmaya başlıyor aklım. Ben kimim ? neler oluyor? nerde yaşıyorum ?
bu sorular çok zor...
Açıyorum gözlerimi ve İlerliyorum...

odada ağır bi uyku kokusu ve hüzün sinmiş duvarlara
içimde de garip ve gereksiz saçma bir his var.
boş boş uzanıyorum.. odam dağınık her zamanki gibi
loş ve sessiz..
cirit atıyor mutsuzluk omuzlarımın üstünde
yüzümü yastığa gömmüşüm, düşünüyorum..
unutmuştum dar bi sokakta kaybolduğum gün bu saçmalık her neyse onu.
biraz korkmuştum hava kararmaya yüz tutmuştu ve ben bu sokağı tanımıyordum.
penceler buğulu, evler yarı uykuludu. Sisliydi insanların bakışları, hızlı adımlarla yürüyordum
yabancı gölgeler peşim sıra ...
ıslaktı adımlarım, yeni dinmiş gökyüzü..
cılız da bir soğuk vardı bedenimi okşayan
duyduğum sarah jaffe haykırışları da telaş katmıyordu değil var oluşuma..
sonra bi sokak daha, sokak daha ve bir daha derken duyduğum çoşkun bir tren sesi tam solumdan
unutmuşum gibi sessizliği...
ona doğru koşarken bi gülümseme yerleşmiş dudak kenarlarıma,
ıslak rayların ışıltılı gözlerini yüzümde fark edince..
mutluluk bu yaa unutmuştum bir kaç dakikalığına..
korkuyla umutsuzluğun büyük değişimi.
peki ya şimdi.
uzatsam elimi yatağımın altına korkar mıyım yine..?
kapatsam ışıkları? kitlemesem kapıları..?
yo hayır..
şimdi.
yüzümü yastığa gömmüşüm düşünüyorum...
gülümseyişindeki laubaliliğin anlamı neydi ?
uzun uzun izledim seni. söylediğin gibi yaralar yoktu bileklerinde
yüzün daha temiz, daha uysaldı saçların
biraz kibirliydin. emindin, o benim, dayanamaz... tavırları içindeydin
farkında bile değildin kırgınlığımın, karmaşıklığımın
ben çocuğum bilirsin ayırt edemem 
hüzün sahnelerini , hep güler yüzüm ister gülsün ister ağlasın hüzün
değişmiştin. gözlerimde boşvermiş bir telaş
canımı yakan teninde binbir parmak izi, dudaklarında farklı kokular vardı
ellerin ihaneti gizleyememiş hala, korkak dokunuşlardan ileri gidemediler
suçlu bir bakış takınmıştın, kanıyordu avuçların pişmanlıktan
özlem kokuyordun. tenime özlem, dudaklarıma özlem, bana özlem.. yanılmıştın..


sağ çıkamadım o sahneden. bir daha, bir daha ve bir daha yenilmiştim.
mutluluğun için yapamayacağın şey yok.
aşkını satmak
tükürdüğünü yalamak
gıcık birkaç duygu baş ucumda, parmak uçlarımda sen sevinci..
gözlerim kapanıyor yavaş yavaş
uykuya dalıyor ellerim.
duymak istediğim bir kaç söz var hala
bir tülün arkasından bakmak gibi boşluğa 
öylesine boş, öylesine sakin....
kararıyor ortalık narince, aklım konuşmayı kesiyor
görmemecesinde gözlerimin sen silüetlerin
ve uzunca bir uyuşukluk
ne kadar acıtsanda 
ben sendeyim
iyi geceler sevgilim...

1 Mayıs 2012 Salı

Gecenin ortasına bir kadın ağladı.
Sesi yağmuru sardı bulutlara
Yaslı kaldırımlar is karasına bulandı
Toprağı kazdı rüzgar, taşıdı hüznü sokak aralarına
Evlerin duvarları araladı gözlerini
Yer ıslak, gök ıslak..
Bir kadın ağlamış gecenin ortasına...
Gecenin ortasına bir kadın ağladı
Suratları beş karış yıldızların
Pus çöktü şehrin damarlarına
Adım atmadı deniz kumlara
Bir kadın ağlamış gecenin ortasına..
Ve gecenin ortasına bir kadın ağladı
Sustu dağlar, sustu sular...
Bir sigaranın ışığı uzakta
Bulandı dudaklar dumana
Kibrit kokusu dağıldı her yana
Ve kuru bir yaprak bırakmış kendini rüzgara
Bir kadın ağlamış gecenin ortasına...

28 Nisan 2012 Cumartesi








 Koyu rüzgar konuşturuyordu dalgaları. Derin bir mavinin içinde çınlıyordu karanlık. Ayak uçlarındaki koca boşluk sarıyordu onu. Üstüne şeffaf bir korku giymişti. Korkunun cebinde hayalleri duruyordu. Gözlerine hüzün çekmiş, saçlarından ihanet kokusu karışıyordu rüzgara..
  Öyle bir iç çekişi vardı ki dalgalardan daha keskin..Sırtını döndü engin denize. Ellerini kalbine götürdü, gözlerini kapatıp bırakıverdi bedenini özgürlüğe... Soğuk esintinin altından çekildiğini hissedebiliyordu iliklerinde. Korku pare pare çırpınıyordu eteklerinde derken o soğuk..

Önce narin vücudunda tiz bir acı sezinledi. Yavaşladı hareketleri. Bitmek bilmeyen boşlukta soluğu kesildi, gözlerini açtığında karanlığın ortasında gün ışığını gördü çığlık çığlık. Uzattı elini aydınlığa biçare... Oysa içine çekti onu karanlık aydınlığın aksine.. Uzaklaşıyordu gün ışığı sessizce. Gittikçe küçülüyordu ve nihayet...

Daldı o derin uykuya, üstüne şeffaf bir korku giymişti. korkunun cebinde hayalleri..... 

23 Nisan 2012 Pazartesi

Sinsi bir..


 Sinsi bir tetikçi bence o. Bizler avlarıyız... 

Yavaşça yaklaşıp acımasızca vurur. Musibet bir hastalık gibi baş verir tenlerimizin altında tiz bir acı. Kıvranır bedenlerimiz ulu orta katliamlarının kıyısında.. her soluk alıp verişin dalga dalga hüzün sarar damarlarına...
Yavaş yavaş unutursun hatıraları, gülüşleri, sevgileri, boynuna kondurduğun öpücükleri, tenine sinmiş nefesini...
Çokça zaman sonra sessiz bir o kadar da ağır bir sızı yerleşir sol tarafına. 
Yaşamla ölüm kadar tezat.
Hissetmekle uyuşmak arasında yürüdüğünü seyretmek gibi...
Buğulu gözler, titreyen ellerdir bunca yığından sonra yanında yürüyen..

 Evet, eminim sinsi bir tetikçi o..

En ummadık zamanında bulur seni. Rotanı bozar, dengeni sarsar, sevgini kine aşkını toza bular... Sonra yitirir anlamını yaşamak, yaşlanmak...
Susmak da acı verir ağzını açıp konuşmak ya da konuşmaya çalışmak da..
 Değiştirebileceğin zamanlar, çiğneyip geçeceğin kurallar yoktur artık...

Yavaş yavaş soğur bedenin. Uzun soluklu bir ölüm gibi.. 

Siz söyleyin ! 

Tanrı...

Sinsi bir tetikçi değil mi ? 

20 Şubat 2012 Pazartesi

 

   Karanlık ve boğucu havadan kaçmaya çalışır gibi bir hali vardı. Akşam oluyordu. Yağmur hızını kesmeden devam ediyordu. Kalabalık caddeyi bir an önce geçmek istiyordu. İnsanların arasında olmaktan hoşlandığı pek söylenemezdi. Onları pencereden izlemek, hepsine bir rol biçmek, tanımdan yargılamak daha basitçeydi.İçlerine girmekten korkuyordu. Uzun zamandır bu böyleydi..

   Hızlı adımlarla boylu boyunca uzanan caddenin dar bir sokağına giriverdi. Bir kaç adımdan sonra eski bir Rum Evinin önünde durdu. İçinden sıyrıldığı kalabalığa çevirdi gözlerini. Hızlı hareketlerle bir sürü insan gelip geçiyordu gördüğü sokak aralığından. Bir sürü insan...

    Sırılsıklam olmuştu. Kapıyı kapatıp derin bir iç çekti. Yorgun, halsiz, kızgın ve ıslaktı. Portmantoya astı sırılsıklam olmuş ceketini. Doğruca merdivenlerden çıkıp odasına yöneldi. Dolabından kuru bir kaç giysi çıkarıp giyinmeye başladı. Ev oldukça sessizdi. Pencereye vuran yağmurun sesi olağanüstü geliyordu ona. Etkileyici ve ürpertici..

     Işıkları açma gereği duymamıştı. Penceresinin kenarına iliştirdiği sandalyesine yerleşip biraz önce aralarında olduğu insanları izlemeye koyuldu. Çoğunun hallerinden içlerindeki yorgunluğu görebiliyordu. İnsanlar yorgundu, kırgın.. Hatalarını kaldıramayanlar bencilleşmeye başlıyordu. İçlerindeki kibir duygusunu körükleyen yenilgi bütün hislerini ele geçiriyordu. Yüzlerine yansıyordu gün geçtikçe. Dudak kenarlarına ilişen sahte gülümsemelerden tutun da o soğuk, donuk bakışlara kadar... İliklerine kadar işliyordu insanın.

      Benliğini yitirenler, işte o caddede yürüyen insanlara dönüşüyordu. Elle tutulur, gözle görülür bir kaç beden kalıyordu geriye. Kuytusuna sadece hislerini değil yüzlerini de çekebilen, sadece bir avuç gerçek insan...