20 Şubat 2012 Pazartesi

 

   Karanlık ve boğucu havadan kaçmaya çalışır gibi bir hali vardı. Akşam oluyordu. Yağmur hızını kesmeden devam ediyordu. Kalabalık caddeyi bir an önce geçmek istiyordu. İnsanların arasında olmaktan hoşlandığı pek söylenemezdi. Onları pencereden izlemek, hepsine bir rol biçmek, tanımdan yargılamak daha basitçeydi.İçlerine girmekten korkuyordu. Uzun zamandır bu böyleydi..

   Hızlı adımlarla boylu boyunca uzanan caddenin dar bir sokağına giriverdi. Bir kaç adımdan sonra eski bir Rum Evinin önünde durdu. İçinden sıyrıldığı kalabalığa çevirdi gözlerini. Hızlı hareketlerle bir sürü insan gelip geçiyordu gördüğü sokak aralığından. Bir sürü insan...

    Sırılsıklam olmuştu. Kapıyı kapatıp derin bir iç çekti. Yorgun, halsiz, kızgın ve ıslaktı. Portmantoya astı sırılsıklam olmuş ceketini. Doğruca merdivenlerden çıkıp odasına yöneldi. Dolabından kuru bir kaç giysi çıkarıp giyinmeye başladı. Ev oldukça sessizdi. Pencereye vuran yağmurun sesi olağanüstü geliyordu ona. Etkileyici ve ürpertici..

     Işıkları açma gereği duymamıştı. Penceresinin kenarına iliştirdiği sandalyesine yerleşip biraz önce aralarında olduğu insanları izlemeye koyuldu. Çoğunun hallerinden içlerindeki yorgunluğu görebiliyordu. İnsanlar yorgundu, kırgın.. Hatalarını kaldıramayanlar bencilleşmeye başlıyordu. İçlerindeki kibir duygusunu körükleyen yenilgi bütün hislerini ele geçiriyordu. Yüzlerine yansıyordu gün geçtikçe. Dudak kenarlarına ilişen sahte gülümsemelerden tutun da o soğuk, donuk bakışlara kadar... İliklerine kadar işliyordu insanın.

      Benliğini yitirenler, işte o caddede yürüyen insanlara dönüşüyordu. Elle tutulur, gözle görülür bir kaç beden kalıyordu geriye. Kuytusuna sadece hislerini değil yüzlerini de çekebilen, sadece bir avuç gerçek insan...