31 Ocak 2014 Cuma

Dudaklarının arasındaki sıcak nefes kadar cezbediciydi dokuna dokuna uyumak tenine...
Kıvrımlarımda dolaşan parmak uçların, soluğunun yüzümde kalan zerreleri, yağmurun eşsiz şarkısı vardı yatağımda.
Korkularım, umutlarım hepsi seyre dalmıştı bizi.
Gecenin karanlığı dalgalarla birleşmiş çınlarcasına kulaklarımda, avuçların yaslanmıştı yanaklarıma,
Seslerin tükendiği bir gece yarısıydı
Yanımda uzanmış yatıyordun, saçların kolumun üzerinden uzanıp yastığına dağılıyor,
Kalp atışların avucumun içinde çınlıyordu
Varoluşun odanın kasvetini alıp götürüyordu, sanki bütün masumluğumu alıp  ellerime vermişsin gibi küçük hissediyordum kendimi
Bütün kırgınlıklarım gülüş olup uçmuştu dudak kenarlarımdan
İzledim seni doyumsuzca, korkuyordum uyanırsan... uyanırsam
Kapatmıştım ben de gözlerimi dünlere
Yeşilin en deriniyle örtmüşken düşlerimi, minik bir kıpırtı, küçük bir dokunuş kadar büyük bir endişe
Sabahın en sakin sevişmelerinde zuhur ediyordu.
Son bir bakış ve yakılan bir sigara paktıydı huzurun, kalan güzel günlere

15 Kasım 2013 Cuma

yürümeyi öğrenmişim ben
Durmamayı, durdurmamayı
Yürürken öğrenmişim,
yere sert basmayı
Arkama bakmamayı öğrenmişim ben
duyup aldırmamayı, dinlerken duymamayı
bakarken görmemeyi öğrenmişim ben
bilmişim hep aynalardan uzak kalmayı
yarı yolda bırakmamayı öğrenmişim
kestirip atmamayı
yürümeyi öğrenmişim ben
ilerlemeden bitmiceğini
aslında hiç bitmiceğini
sinirimi koşarken tüketmeyi bilmişim
yolun sonundan vazgeçmemeyi öğrenmişim
yürürken öğrenmişim
yürümekten vazgeçmemeyi bilmişim
beni bilmişim de ben
bakmamayı da bildiğimden
acımamışım kendime
acımamayı öğrenmişim yürürken
acıtmayı, bir insan nasıl acıtır
bir insanın canı nasıl acır öğrenmişim
bilmişim sert kalmayı
gerekirse bunu kırmayı
ben bişmişim ben olmayı
eksilmeyi, artmayı
yalın ayak kalmayı
yürümüşüm ben anadan üryan
basmışım gölgelere,seslere, geceye
yürürken doğmuşum ben
bir yerlerde,
ölürken yürümüşüm
doğmayı bildiğim gibi
ölmeyi öğrenmişim ben
öğrenirken ölmüşüm.

24 Eylül 2013 Salı

Parmak uçları, yalnızlığı anlatabilen yegane şeyler bana. Her şeyin bittiği yer gibiler. Sessiz ve dipte. Karanlık bastırıyor yavaş yavaş. Aralarından soğuğun evime sızmaya çalıştığı taş duvarın önünde parmak uçlarıma bakıyorum. Sarı ışık daha da aciz kılıyor yalnızlığımı. Geçmişin siluetleri eşlik ediyor bana. Dikilip karşıma hesap soruyorlar bazen. Ben korkuyorum yalnız kalmaktan. Bundan korktuğum için mi bu kadar yalnızım yoksa ? Acır gibi bakıyor eşyalar yüzüme. Bazen fısıltılarını duyuyorum dalga geçiyorlar benimle durduk yere ağladığımdan.. Durduk yere değil ki halbuki... Korktuğumdan..

Korkuyorum yalnızlıktan, korkuyorum hatıralardan, çalmayan telefonlardan.. Sessizlikten korkuyorum.

İnsanlardan korkuyorum. canımı yakıyorlar. Elleri hep soğuk,bakışları dipsiz. Dilleri keskin. Yalan kokuyorlar, sıradanlık kokuyorlar. Midem bulanıyor mimiklerini gördükçe, içim acıyor hallerine.

Özlediğim şeyler de var; kaçıp giden siyah beyaz kedim mesela, yatağımın baş ucundaki tüyler..
Tüyler güzel şeyler, çok narinler, düşürsen paramparça olacaklarmış gibi, benim gibi.. Ben çok çok uzun zaman önce düştüm ama, parçalandım. Çoğu kayıp parçalarımın

Eksiğim ben...

28 Temmuz 2013 Pazar


Ben veya sen , tek fark bunu seslendirenin ben, dinleyenin sen tanımını almış olması. Biliriz ki; benim gördüğüm sen, senin gördüğün ise ben. Sen ki; hiçbir yansıtıcı olmadan kendini göremezsin, ben ki kendimi göremeden seni görürüm. Ben kendimi tanımlayamam , seni tanımlarım. Sen ki; kendine karşı tanım koymaktan acizken, aynı zamanda beni tanımlayacak kadar kudretlisin de..

Ben aslında sen miyim ?
Sen aslında ben misin ?
Biz aslında karşımızda gördüğümüz insan mıydık ?
'Ben ' hep bir zannetme miydi ?

                                                                                                           Turgut YÜKSEL/ Ergün GÜNDÜZ


27 Temmuz 2013 Cumartesi

Zaman nedir bilir misin ? 
Zaman senin eskiz defterindir. Sayfaları her çevirdiğinde nasıl büyüdüğünü, olgunlaştığını, yaşlandığını, nasıl değiştiğini görürsün..
Peki değişmek nedir bilir misin ?
Değişmek, kainatın yadsınamaz gerçeğidir. Her şey ve herkes değişir. Buna kimse engel olamaz ama neden olabilir. 

31 Ağustos 2012 Cuma

kasıklarımdaki halsizlik ve kanlı bir bez parçası sokağa atılan...
canım yanıyor hafifçe. duvarlara tutunarak ayaklanıyorum.
üstümdeki pisliğe aldırmadan yürümeye başlıyorum.
Saçlarım dağılmış, yüzümde yorgun ve umursamaz bir ifade var.
tiz bir rüzgar sarıyor her yanımı çıkmaz sokaktan çıkardığımda başımı.
etraf küçükken oynadığım oyuna benziyor, Londra'nın arka sokakları.
topuk sesleri yoğun fa...

zlaca.
üstümde onları susturma çabası anlamsızca.
bununla uğraşırken yolun ıslaklığını farkediyorum.
ayaklarıma kadar uzanmış bir kan gölü
siyah uzun bir palto giymiş bir adam sonra.
çok soğuk görünüyor. yerde de göze hoş gelen ve kana bulanmış bir silah duruyor.
bi anda diz çöküyorum.
biraz önce içime giren tanımadığım yabancıyı hatırlıyorum.
giderken yüzüme gülüşünü.
titreyen ellerimi silaha uzatıp ağızıma dayıyorum..
gözlerimi kapatıp sayıyorum. hayır geriye değil.
bir, iki, üç.......

tadı nasıl derseniz..
sex gibi.
soğuk yabancıyla yere uzandığım bu yeri tanımıyorum. zaten kendimi de... şimdi daha iyiyim.

19 Ağustos 2012 Pazar


Kitap arasına sakladığım kurumuş anılar
satır aralarımda gezinen küçük kırgınlıklarım
ve küflenmiş yapraklara serpitiğim ölüm notları..
Kırıştırılıp atılmış tenim bir kenara,
bir kenarında dudak izlerim.
Üfle üzerimdeki dertleri, çiz bana aşkı,
kıvrılmış sayfa uçlarımda ince bir sızı.
Daya avuçlarını göğsüme ve yaz bana hayatı..